30 Aralık 2007 Pazar

İLKBAHARDA KARAŞAR






RESİMLER

İlkbaharda yaylalarımızın fotoğrafları için tıklayın



Çüküren Yaylası fotoğrafları için tıklayın



İlkbaharda Karaşar fotoğrafları için tıklayın

ÇÜKÜREN YAYLASI








29 Aralık 2007 Cumartesi

DUYURULAR


2008 yılı takvimi hazırlanmış olup derneğimizden temin edebilirsiniz.....tıklayın



Sayın Dernek Üyelerimiz
Derneğimize Aidat Borcu Olan Üyelerimiz.Aidatlarınızı Derneğimize veya Derneğimizin Banka Hesap Numarasına Ödemeniz Önemle Rica Olunur.Aksi Taktirde Dernek Hizmetlerinden Yararlanamayacağınızı Üzülerek Bildiririz.

SAYGILARIMIZLA
YÖNETİM KURULU
Dernek Tel:0312 3656030

23 Aralık 2007 Pazar

VİDEOLAR


Karaşar Tanıtım Filmi 1. Bölüm:



Karaşar Tanıtım Filmi 2.Bölüm:


Karaşar Efeleri Şu Gelenler Karaşarlılar Oyunu:


Karaşar Efeleri Sarı Zeybek Oyunu:


Karaşar Efeleri Karaşar Zeybeği Oyunu:


Karaşar Hakması Oyunu:




Karaşar Eğri Ova Yayla Şenlikleri:


Karaşarlı Genç Efeler Yayla Şenlikleri:


22 Aralık 2007 Cumartesi

İLKBAHARDA YAYLALARIMIZ











YEMEKLER

Karaşar mutfağında karbonhidratlı besin maddeleri geniş yer tutar. Yağ, süt, peynir ve yoğurt bolca bulunur.

Karaşar yemekleri arasında tarhana özel bir yer tutar. Tarhanaya verilen önem şu sözlerle dile getirilir:

Tarhana : Tarhana aşı, merdiven başı.
Karaşar'ın geleneksel yemekleri ve yapılışları şöyledir:

İnce Tarhana
Un yoğurtla karıştırılıp, yanına sarımsak konup güneşe serilir. Böğrüne bulut almasın diye ayna konur. Bir gün sonra ekşir, kalburdan geçirildikten sonra kullanılır.

Yoğurtlu Çorba
Malzemeler: Yumurta, pirinç, torba yoğurdu, un, yarma, tereyağı, nane
Yumurta, pirinç, torba yoğurdu, bir miktar un, beyaz buğdaydan yapılmış yarma, kızartılmış yağ, nane katılarak karıştırılır. İçine erimiş yağ dökülür. Üzerine kuru nane serpilir.

Bulamaç Aşı
Malzemeler: Un, tuz
Un, yeterli su ile bulamaç haline getirilir, karıştırılarak pişirilir.

Oğmaç Aşı
Malzemeler: Un, tuz ve tereyağı
Un üzerine elle su serpilerek karıştırılır. Küçük küçük hamur parçacıkları hazırlanır. Kaynayan su içine konur. Tuz, kuru nane konularak pişirilir. Üzerine kızdırılmış kırmızı biber ile tereyağı dökülür.
"Omaç veya "oğmaç" aslında unlu ve hamurlu bir yemektir. Umaç, kuzey Türkleri ile Orta Asya' da geniş olarak bir makarna veya erişte çorbasıdır. Ama bu Orta Asya Türk erişteleri, çoğu zaman yuvarlak kesilir. Orta Asya' da buna, "umaç" denir. Bunların içine, bazen hafiif et parçaları koyan Türkler de vardı. Çağatay ve Doğu Türkistan Türk kültür çevrelerinde bazen un çorbası için bile, "umaç" denir. Derleme sözlüğüne göre Anadolu'nun bazı yerlerinde, "avuçta ufalanarak yapılmış hamur çorbası" için de, "uğmaç" denir. Hatta şöyle bir atasözü vardı: "Uğmaç uğmayı bilmez, ele tutmaç kesmeğe gider"
"Omaç aşı", Anadolu'nun çeşitli yerlerinde de, ayrı ayrı anlaşılıyor. Orta Asya'da, "erişte çorbası" anlamına söylenen "umaç", Anadolu'da daha değişik olarak açıklanıyor. Çünkü bizde erişte ve erişte aşına, "tutmaç" denilir.
Uğmaç veya oğmaç sözü, omaç' tan daha eskidir. Ayrıca omaç, çok kolay yapılan bir yemekti. Tutmaç için, hazırlanmış bir erişte gereklidir. Nitekim bu konuda 15.yüzyılda, Anadolu'da yaşamış bir Türk şairi olan Ruşeni, şöyle diyor:
"Ne unu var idi edeydi tutmaç,
Gehi omaç edip, gehi bulamaç"
Anadolu' da omaç çorbasına bazen peynir, yağ, soğan ve pekmez de konur.

Fırınaşı
Besi kemikleri kurutulur. Bu kemikler göce ile birlikte bir tencereye ya da bir çömleğe konup, akşam mahalle fırınına konur. Sabaha kadar fırında pişen bu aş olur ve sabah kahvaltısı yerine yenir.

İçi Katıklı
Malzemeler: Un, tuz, kavurma, soğan, baharat, peynir, sıvıyağ
Yumuşak olarak hamur hazırlanır, pazılanır. Pazılar açılır yufka haline getirilir, üzeri yağlanır, mendil şeklinde katlanır, tekrar açılır.
Sacda pişirilir, sıcakken yerde üzerine tereyağı sürülerek yenir.

Gömme
Malzemeler: Un, tuz ve tereyağı
Köydeki ocaklarda yapılabilir.
Ocağa ateş yakılır. Yakma işi ocak kızıncaya kadar sürer. Unla (tereyağı katılarak) çok sert hamur hazırlanır, ekmek büyüklüğünde açılır (yazılır). Isınmış ocak taşının üstü, küller yana çekilerek temizlenir, yazılmış hamur taşın üzerine yerleştirilir. Altı çok hafif piştikten sonra ters çevrilir, üstü külle kapatılır. Kül üstüne korlar (köz) yerleştirilir ki çabuk soğumasın. Gömme, sıcak taş ile kül arasında pişinceye kadar bekletilir. (Gömme daha çok kışın, ev gezmeleri sırasında akşamları yapılır.)

Debitleme
Malzemeler: Un, tuz ve tereyağı
Hamuru, ekmek hamuru kıvamında hazırlanır. Pide gibi (uzun) açılır. Köy fırınında yahut toprak sacda pişirilir. (Yağlanarak) yenir.

Mamıs
Malzemeler: Un, tuz, şeker ve tereyağı
Kaynar suya un, az yağ, az tuz konarak pişirilir. Ekmek hamuru kıvamına gelince, kaşık ucuyla ve kesme şeker büyüklüğünde alınarak tepsi veya tabağa konur.
Üzerine önce toz şeker, sonra tavada eritilen, kızartılan tereyağı dökülür.

Gözleme
Malzemeler: Un, yağ
Hamur açılır, yağlanır, dürülür. Bir kez daha yağlanır. Sonra bikleğece geçirilerek yağlı kısmı saça serilir. O kısım pişinceye kadar üst kısmı yağlanır.

Cızlama
Malzemeler: Un, su, tuz, yumurta ve sıvıyağ
Un, yumurta, su ve tuz boza kıvamında bulamaç haline getirilir. Tavaya bir kaşık sıvı yağ konarak kızdırılır. Hazırlanan bulamaçtan bir çorba kepçesi kadar tavaya konur, yayılır, pişirilir.
Alt yüz pişince üstüne tekrar bir kaşık yağ dökülerek alt üst edilir. İkinci yüz de pişince yemeye hazır hale gelmiş olur. Cızlama pişerken tavada devamlı olarak hareket ettirilir. (Kendi etrafında çevrilir.)

Serit
Malzemeler: Haşlanmış et suyu, pişmiş yufka
Eski şekli:
Sacda pişirilmiş yufka rulo yapılır, beşer santim kadar uzunlukta olmak üzere elle koparılır, kadayıf tepesine (küçük tepsi) dikine dizilir. Sıcak et suyu gezdirilerek dökülür.
Tabaklara servis yapılmaz, ortadan yenir.
Yeni şekli:
Saçta pişirilen yufka üçgen şeklinde kesilir. 5-6 tanesi bir arada olmak üzere sıcak et suyuna batırıla batırıla tabaklara servis yapılır.

Karaşar Paçası
Koyun ayağı ya da kellesi ateşte kızgın demirle ütülenerek temizlenir. Sonra suda haşlanır. Ateşten indirildikten sonra bir bıçakla etler kemiklerden sıyrılır. Etler yeniden önceki suyuna konularak kaynatılır ve içine tereyağı eklenir. Pişince içine limon sıkılıp, ekşi erik pestili (daha önce suda bekletilerek, yumuşatılır), bolca sarımsak dövülüp paçaya konulur ve yemeye hazır hale gelene dek pişirilir. Karaşar paçasına sirke konulmaz.

Mancar
Malzemeler: Su, acı bestil, tuz, mancar
Yabani olarak yetişen mancar bitkisi toplanır, temizlenir. İnce ince kıyılar. Kevgirde su akıtıp ovarak yeşil suyu gidinceye kadar yıkanır. Tencerede su kaynatılır. İçine acı bestil konur. Eriyinceye kadar kaynatılır. Karışıma tuz, mancar atılarak çorba kıvamında iyice pişirilir. Soğuk yenir.

Dama (dağma)
Malzemeler: Un, tuz, yumurta ve sıvıyağ
Sert hamur yoğrulur, pazılanır. Oklava ile tepsi büyüklüğünde (30 cm çaplı kadar) alınır.
Yağda kavrulmuş yumurta sürülür. Yeni bir yufka tekrar kızarmış yumurta olmak üzere tekrarlanarak beş yufka kullanılır. Oklavayla sarılarak rulo yapılır. Çevire çevire ve üstten bastırılarak oklavadan çıkarılır. Elle ve yine tepsi büyüklüğünde yazılır. Tepside veya köy fırınında ise tepsisiz pişirilir.

Kor Gözlemesi
Malzemeler: Yağ, un, ve süt
Su veya sütle katı hamur yapılır, pazılanır. Oklava kullanmadan elden ele çarparak 10-15 cm çapında yuvarlak açılır. Hafif yağlanır, katlanır, tekrar elden ele çarpılarak açılır. Hazır kor (dumanı gitmiş kızgın kömür) üzerinde pişirilir.

Höşmenim
Malzemeler: Süt, kaymak, yağ, şeker ve tuz
Süt, kaymak tavada kaynatılır. Az tuz atılır, un serpilir, karıştırılarak yumuşak hamur haline getirilir. Yağ eklenir, karıştırılarak kızartılır, tabağa alınır, bastırılır. Şekerin içinde işlemesi için bıçak veya kaşıkla ara ara delinir.
Üzerine bolca toz şeker dökülür.

Un Helvası
Malzemeler: Yağ, un, şerbet, fındık, fıstık
Yağ iyice kızdırılır. 500 gr una yağ konur. Ve iyice karıştırılarak kavrulur. Hazırlanan şerbet unun içine dökülür. Kenarlarından kaynamaya başlayınca unla birlikte iyice karılır. İçine fındık, fıstık konur.

İşkembe Usulü
Bu konuyu inceledim, çeşitli ziraat mühendisi ve profosörleri ile yaptığım araştırmada;
İşkembede mesamet deliklerinin bulunması yağın iri tuzla işkembeye doldurulmasının özelliği, yağın gereksinimi kadar tuzu bünyesine alıp arta kalan fazla tuzu mesamet deliklerinde dışarı atması ile yağın kendi özelliğini muhafaza etmesine yaradığı ve böylece serin bir yerde muhafaza edildiği takdirde yıllarca bozulmadan kullanılmaya devam edilebileceği ortaya çıkmıştır.

Ebem Ekmeği
Malzemeler: Un, su, tuz ve maya
O günleri çok iyi hatırlarım. Eskiden Ankara'da ekmek yapan fırınlar çok azdı. Her ev kendi gereksinimi olan ekmeği kendisi yapardı. Ev ekmeği pişiren özel ev fırınları vardı. Bu fırınlar hemen hemen her mahallede bulunurdu.
Annem de evimizin gereksinimi olan ekmeği kendisi yapardı. Bunun için fırından bir iki gün önce sıra alırdı. Günü gelince akşam hamuru yoğururdu. Hamurun içine mayasını atıp yoğurduktan sonra üzerini temiz bir örtü ile örterdi. Hamur kabarıp taşmasın diye bunun üzerine ağırca bir taş koyardı.
Sabah erkenden eşeğe yakacak odun, hamur tahtası ve öteki malzemeyi koyardı. Ben de hamur teknesini omzuma alır, birlikte fırına giderdik.
Fırın evinde mahallenin öteki komşuları da olurdu. Orada el birliği ile ekmeği yapar ve pişirirdik. Pişen ekmekleri yeniden temizlenmiş tekneye doldurur, eşeğe yükler ve eve dönerdik. Bu ekmeği en az on beş gün yerdik.
Ekmek pişirme günü bizim şenlik günümüzdü. O gün özel bir börek pişirilirdi. Biz de bu böreğe dama (dağma) derdik.
Onu Gaziantep Pekmezi (Ağda) ile birlikte yerdik.

EL SANATLARI

Ansiklopedinin birinde sanat aşağıdaki şekilde tanımlanır.

"Sanat, bazı düşüncelerin , amaçların, durumların ya da olayların, beceri ve düş gücü kullanılarak ifade edilmesine ya da başkalarına iletilmesine yönelik yaratıcı insan yetkinliği. Sanat ve sanat ürünleri çağdan çağa ve toplumdan topluma çok farklı biçimlerde değerlendirilmiştir, ama buna karşın bütün insanlık tarihi boyunca var olmuştur.

Sanat ürünlerinin doğal nesnelerden farkı, sanatın niteliğini de ortaya koyar. Doğal süreçler (örneğin, kristaller, sarkıt ve dikitler, arı peteği ya da örümcek ağı gibi oluşumlar) sonucunda ortaya çıkan nesneler bir anlamda güzel sayılsa da, sanat yapıtı kabul edilmez; çünkü sanatın asıl özelliği, belirli bir nesne üretmeyi amaçlayan bir etkinlik olmasıdır."

El sanatları Karaşar'ın kültürel kişiliğini yansıtır. Sosyo-kültürel açıdan önemli yer tutar.

EL SANATLARI

Bakırcılık

Bakır eşya Karaşar'da önemli bir yere sahiptir. Bakırcılık ortadan kalma el sanatıdır. Aynı zamanla bu sanat türü bir geçim kaynağıdır. Tarih, folklor, kültür ve sanat açısından balkırcılık incelense çok geniş boyutlar kazandığı görülür. Çünkü bakır çok eski tarihlerde bile mutfak eşyası yapımında en çok kullanılan bir madendir. Bakırın kap-kacak ve mutfak eşyası olarak kullanılması, metalde fizyolojik özelliklerin bulunmasından ileri gelir.

Kunduracılık ve Mes Sanatı

Atadan kalma el sanatıdır. Kundura; tamamen kösele deriden yapılan, kışa dayanıklı, atlarına "da kadak" çakılan bir ayakkabı türüdür.
Mes; genç kızların çeyizlerine konulan, gelin olduktan sonra evin içinde giydikleri, gıcırtılı ses çıkartan, çivilisi olan, deri ve köseleden yapılan ev içi ayakkabısıdır.

Tahta Kaçıkçılık

Ahlat ağacından yapılan bir el sanatıdır. Atadan kalma önemli bir geçim kaynağıdır.

Semercilik

Karaşar dağlık bir bölge olduğundan taşımacılık tamamen hayvanlarla yapıldığından, at ve eşeklere yük taşımaları için semer kullanılmaktaydı. Bu durumda semerciliğin halk el sanatı ve geçim kaynağı olarak revaç görmüştür. Bu nedenle bir sülalenin lakabı "Semerci Evi" olarak anılmaktadır.

Marangozluk

Karaşar ormanlarda çevrili bir bölgededir. Marangozluk sanatı; ev yapımında ve kapı, pencere yapımı, ot sürmede de kullanılan sapan yapımı vb. Araç gereç yapımında önemli bir yere sahiptir.

Dövencilik

Bölgede çam boldur. Çam ağacı ürünleri sanayinin her alanında kullanılmaktadır. Yani inşaat ve mobilyacılık sektöründe kullanıldığı gibi, tarım alanında da çam ağacından yararlanılır. Tarım alanında kullanılan "Döven", çam ağacının tahtasından yapılır. Harman makineleri çıkmadan evvel, buğday, arpa, nohut, mercimek tanelerinin ve samanının ayrışmasını sağlamak için kullanılan araca döven öteden beri Karaşar bölgesinden sağlanmaktadır. Karaşarlı ustalar yaptıkları dövenleri, hayvanlarla ova köylerine, ekimi bol olan yerlere götürerek satarlardı. Döven satımından sağlanan parayla da yıllık gereksinmelerini karşılamaya çalışırlardı. Keza çam ağacından "Esan" (at arabalarının dingili) da yapılıyordu. Bunu da Karaşarlı ustalar dövende olduğu gibi ova köylerine satıyorlardı. Döven ve esan olacak çam ağacı ormanın en iri ağacıdır. Ne var ki, orman yasasına göre çam ağacının izinsiz kesimi yasaktır. Kesim sırasında yakalanan köylüler ya rüşvet vererek kurtulmaya çalışırlar ya da mahkemede yargılanırlardı. Bu suçtan ceza alanlar da olmuş. Kısacası, döven ve esan işiyle uğraşanlar, her türlü riski, sıkıntıyı ve cezayı göze almak durumundaydı.

Çorap Örme Sanatı

Koyun yününden eğrilerek elde edilen ipliklerden, kök boylarıyla değişik renklerle boyanarak, beş şiş veya şişle örülen, süslemeli ve desenine göre adlar alan ve hala günümüzde revaç gören bir el sanatıdır. Genç kızların çeyizlerinde önemli bir yere sahiptir. Çeyizlerde muhakkak en az 20-30 çift değişik sanatlı çoraplar ve patikler yer alır.

Değirmen

Karaşar'dak i Sipahi Çayının suyu, bir gözlü (taşlı) değirmeni döndürecek güçtedir. Bu nedenle dere içinde tek gözlü (taşlı) su değirmenleri yapılmıştır. Bu değirmenler yalnızca un öğütmektedir.
Bulgur evlerde kaynatılır, güneşte kurutulur. Kadınlar, bulgurlarını dibekte döverek kepeğini ayırırlar. Daha sonra el değirmenlerinde öğütürler.

Ayıngacılık

Ayınga, kıyılmış ve içim konumuna getirilmiş tütündür. Bu tütünü gizli satanlara, bir başka deyişle, kıyılmış tütünü üreticisinden gizli alan ve satan kişilere 'Ayıngacı' denir. Vergisi ödenmemiş ya da resmi kurum ve makamlardan gerekli izni alınmamış eşyanın gizlice satılması işlemi kaçakçılıktır. Eskiden bölgede ayıngacılık yapanlar vardı. Ayıngacılık yapılmasının en önemli nedeni ekonomi.
Bilindiği gibi üreticinin tütününü yalnızca devlet satın alır. Ancak, devlet, satın aldığı ürünün bedelini geciktirir ya da parça parça öder. Bu durumdan mağdur olan üreticiler, ürünün bir kısmını devlete satar, kalanını da gizlice kıyarak satmak yoluna gider. Karaşar bölgesinde yaşayan bazı kişilerin ayıngacılık yaptığı söylenir. Ancak ayıngacılığın bölgede yaygın olduğu söylenemez.

GÜZEL SANATLAR

Günümüzde sanat Atatürk'ün önderliğinde hız kazandı. Avrupa'daki düşünce ve sanat hareketleri bilinçli ve duyarlı bir biçimde izlendi. Bu, Cumhuriyetin kültür ve sanatını yaratma yolunu açtı.

Resim

Yurdumuzda batılı anlamda resim anlayışı 19.yüzyılda gelişmeye başladı. 1910'lı yıllarda sanat eğitimi için birçok sanatçı Avrupa'ya gitti. '1914 Kuşağı' olarak anılan sanatçılar, Cumhuriyet dönemi resim sanatının gelişmesinde etkili oldu. 1930'ların başlarında Halkevleri kuruldu. Halkevlerinin Anadolu'da halk sanatı ve kültür araştırmaları birçok sanatçının bu konulara eğilmelerine yol açtı. Ayrıca bazı sanatçıların kurdukları 'D Grubu', Türk sanatının Avrupa'daki yeni akımlar doğrultusunda geliştirilmesi ve ortak bir anlatım dilinin oluşturulması için çalışmalara başladı.

Heykelcilik

Osmanlı Devleti'nin son yıllarında kültürel anlamda Batı ile yakınlaşma başladı. Sanat dallarında olduğu gibi heykelcilik alanında da gelişme görüldü. Cumhuriyet döneminde de heykelcilik sanatının geliştirmesi için çalışmalara devam edildi.

Seramik Sanatı

Cumhuriyetin ilk yıllarında seramik alanında yurt dışına sanatçılar gönderildi. Eğitim gören bu sanatçılar yurda döndükten sonra özgün çalışmalara yöneldiler. Toplumda sanata olan ilgiyi artırdılar.
Yurdumuzda seramik sanatı hızla gelişti ve son yıllarda uluslararası başarı kazandı.

Fotoğraf Sanatı

Yurdumuza 1850'lerde giren fotoğraf sanatı, Cumhuriyet döneminde basında yerini aldı. Fotoğraf sanatçısı ayrıca, ülkenin yaşamını, insanını, doğasını, tarihini görüntülemeye başladı.

Karikatür

Yurdumuzda karikatür 19.yüzyılın ikinci yarısından itibaren gelişmeye başladı. Cumhuriyetin kurulması ile karikatür sanatı da önem kazandı.

Türk Süsleme Sanatları

Süsleme sanatları yüzyıllar boyunca Türk kültür ve sanatında önemli bir yer tutar. Orta Asya'dan Anadolu'ya taşınan bu sanat dalı, Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde önemini korudu.
Cumhuriyet döneminde de süsleme sanatına verilen önem arttı. Devlet Güzel Sanatlar Akademisi'nde Türk Süsleme sanatı bölümü açıldı.

HALK OYUNLARI VE TÜRKÜLERİ

Halk oyunlarının her ritmi, her figürü ayrı bir anlam ve özellik taşır. Anadolu insanının düşünce, duygu ve heyecanını yansıtır.

Halk oyunları Anadolu'da çok çeşitlilik gösterir. Bunun nedeni topraklarımız üzerinde yaşamış eski uygarlıklar, tarihsel gelişim içerisindeki sosyal olaylar, etnolojik etkenler ve yedi iklimi sınırları içinde barındıran coğrafi yerleşim durumudur.

Ankara kenti, coğrafi konumu bakımından Anadolu'nun doğusu ile batısı arasında bir geçiş bölgesidir. Bu özelliği nedeniyle Ankara, çevre illerin halk oyunlarının özelliklerinin etkisinde kalmış olabilir. Ancak oyunların hem oynanış biçimi, hem de figür bakımından belirgin benzerliklerin olmadığı görülür. Ama ilçe ve köylerin daha çok çevre illerin etkisinde kaldığı bir gerçektir. Örneğin; Ayaş, Beypazarı, Nallıhan dolaylarında oyunlar kaval eşliğinde ve kaşıkla, karşılıklı, iki düz sıra biçiminde oynanır. Bala, Çubuk, Haymana, Kızılcahamam ve Şereflikoçhisar ve çevresinde Ağırlama, Yelleme, Helleme, Yeldirme, Hoplatma gibi bölümleri olan ve halay denilen oyunların oynandığı görülür. Bu bakımdan Ankara il merkezi halk oyunları, ilçe ve köylerin oyunlarına benzemez.

Ankara halk oyunları iki bölümde incelenir: Zeybekler, düz oyunlar.

ZEYBEKLER

Anlara halk oyunları içinde zeybek türü önemli yer tutar. Zeybek oyunları daire biçiminde ve eller tutulmadan, en az iki kişi ile oynanır. Yerin durumuna göre çok kişi ile de oynanabilir. Ancak üç ve daha çok kişi ile oynanan oyunlarda saç ayağı olması gözetilir.
Oyun oynanırken ellerde hiçbir araç bulunmaz. Yalnız Seymen Zeybeği'nde ellerde kılıç bulunur.

Ankara Zeybeği

Oyunların en gösterişli olanı Ankara Zeybeğidir. Figürleri yiğitlik ve mertlik anlatır. Ağır bir zeybek türüdür. En az iki kişi ile oynanır.
Üçlü saç ayağı biçiminde oynanan oyun görkemlidir.

Duruş, kasılış ve poz, bu oyunun görkemini ortaya koyar. Oyuna ayaklar açık, sağ ayak kırık ver biraz önde başlanır. Sağ el silahlıkta durur. Baş parmak bıçak kabzasının hemen yanına sokulur. Sol el ise bükülerek arkaya bele götürülür. Oyun melodisi girince eller hafif bir gevşemeyle çözülür. Dirsekler omuz hizasında oyuna girilir. Dizler hafifçe bükülür. Beden önce sağa, sonra sola eğilir. Oyun boyunca yaylanır.

Mendil Zeybeği

Bu zeybek oyunu ağır ve akıcı figürleri ile Ankara Zeybeğine benzer. İki kişi tarafından ve bağlama ile oynanır. Oyunun en güzel görünüşü çöküşte her iki dizin yere vurulması ve sonra doğrulmasındandır.

Seymen Zeybeği

Davul ve zurna ile oynanır.
Kılıç ya da pala kuşanan efeler bunları savururken nara atarlar. Seymen Zeybeği'nde en az üç davul zurna bulunur. En başta bulunan davul, zurnanın önünde yaşlı zeybekler yer alır. Onların önünde yaşlı zeybekler yer alır. Onların arkasında zeybekler bulunur.

Yağcıoğlu Zeybeği

Bu zeybek Yağcıoğlu Fehmi Efe'nin babası, Yağcıoğlu Ahmat Ağaya adanmıştır. Zeybek, ritm, ayak oyunları ve hareketleri ile mertlik ifade eder.

KÖROĞLU OYUNU

KARAŞAR ZEYBEĞİ VE TÜRKÜSÜNÜN ÖYKÜSÜ

Karaşarlıların bir de zeybek oyunu var. Zeybek adını Karaşar bucağından almış. Eskiden Karaşar'da ayınga kaçakçılığı yapılırmış. Bu işle uğraşan beş kardeş varmış. Halk buları çok severmiş, sayarmış. Bu beş kardeş bir baskın sonucu öldürülünce Karaşar, Köseler yasa boğulmuş. İşte bu beş kardeş için söylenen ağıttan hareketli, kıvrak bir zeybek oyunu ortaya çıkmış.

"Zeybek bir erkek oyunu. Çok kişi tarafından bilinen, oynanabilen bir oyun değil. Ama türlü şekillerde anlatılan öyküsü var:

"Cumhuriyetten önce, Karaşar sınırları içindeki dağlık bölgelerde efe, eşkıya, kaçakçı diye adlandırılan kişiler barınırmış. Bunlardan beş kişilik bir grup bir kadına, kıza sarkıntılık etmeye başlayınca köylülerce öldürülmüş. Adlarına türküler yakılmış, yazılanlar bestelenmiş, bunlar eşliğinde zeybek oyunu oynanmaya başlanmış.

Öldürme olayı tahminen 1885 yılında olmuş.

Bunlar neden eşkıya ya da efe olmuş? Halkla ilişkileri nasılmış? Sonra niçin ve nasıl öldürülmüşler? Bugün yaşamakta olan yaşlılar duyduklarını anlatıyorlar, ama hepsi aynı şekilde anlatmıyor. Bize anlatılanlara göre olayın oluş şöyle:

Zerde köylü Hüseyin ya da bir kardeşi, Hasan ya da Kazım, Sarıobası Köyü'ndeki Müdür Ağa denilen birinin yanına hizmetçi durmuş. Emeğinin karşılığı hakkı olan parayı alamadığından ayrılıp köyüne dönmüş. Parasını alamadığını kardeşlerine anlatmış. Üçü, yanlarına Saray köyünden de iki arkadaşlarını, Ali ile Mehmet, alarak Sarıobası Köyü'ne gitmişler. Akşam namazından sonra cami çıkışında ağayı yakalamışlar. Müdür ağa çok miktarda altın verdiğinden öldürülmemiş. Zaten asker kaçağı olan bu kişiler dönünce dağa çıkmışlar, efe olmuşlar. Birilerine göre Hüseyin karısını öldürdüğünden dağa çıkılmış.

Bunlar eşkıyalıklarını başka bölgelerde yaparlar, Karaşar'lılara ve yakın çevresindekilere genelde iyi davranırlarmış. Geldikçe köyde bir evde kalırlar, o evin kadını da yemek yapmak, çamaşır yıkamak gibi hizmetlerini görürmüş. Yahut aynı kadın aynı işleri efelerin dağda kaldıkları yerde yaparmış.

Bir süre sonra bu efelerden köy kadın ve kızlarına iyi gözle bakmayanlar çıkar. Belki de birisi, Hasan, bir kız kaçırır. Böyle davranışları onur meselesi yapan köylüler efeleri öldürmeye karar verirler. İşi 8-10 kişi üstlenir. Bunlar değnekten atlayarak yemin ederler, öldürme olayını gerçekleştirirler.

Öldürme kararı alınışını şöyle anlatan da var: İstanbul'da Saray muhafızı olan birine, Hasan Çavuş, durum bildirilir, o da izin alır gelir. Gelirken filintasını da birlikte getirir. Bunu öğrenen efeler o değerli silahı almak isterler. Verilmezse hanımının kaçırılacağı haberi iletilir. O askerin örgütlenmesiyle öldürme olayı gerçekleşir.

Efelerden üçünün öldürülmesi yaylada olur, ikisi Eğriova'da biri Sarılan'da. Öteki ikisi o sırada başka yerdedir, kurtulurlar, kaçak yaşarlar. Bir yıl kadar sonra Saray köyüne geldikleri haberi alınır, izlenerek öldürülürler.
Öldürme olayında, onların hizmetlerini gören kadın Kaytanbıyık sülalesinden birinin (İbrahim) yardımı sağlanır. Bir anlatana göre, efelerin başı olan Hüseyin ile kardeşi Kazım Eğriova'da yiyeceklerine afyon karıştırılarak bayıltılırlar ve öldürülür. Aynı gün öteki kardeşi Hasan da Sarıalan'da. Başka birine göre ise bunlar yaylaya, göz koydukları kızın düğününe davet edilirler ve orada öldürülürler.

Ali Esat Bozyiğit 1978'de Karaşar'a gitmiş. Ali Kaytanbıyık'tan dinlediklerini yazmış. Onun yazdığı da şöyle:

"Geçen yüzyılda Karaşar ve çevresi Ayınga (tütün) kaçakçılığı ile uğraşırdı. Bu iş, genellikle ünlü bir beyin, ağanın himayesi altında yapılırdı.

Bu ağalardan birinin yanında beş efe kardeş de hizmetkar olarak çalışırlar, ağanın işlerini yürütürlermiş. Fakat ağa, Aydın taraflarından gelip buralarda yerleşmiş olan bu beş kardeşin hizmetleri karşılığında hak kazandıkları ücretlerini ödemezmiş. Bu duruma fazla dayanamayan beş kardeş, bir gün ağayı camide sıkıştırıp üzerine saldırmışlar, paralarını zorla almışlar ve dağa çıkarak kaçakçılığa, eşkıyalığa başlamışlar. Bu arada yanlarına Kaytanbıyık adlı bir genci de almışlar.

Bu genci, evlendirmişler, çoluk çocuk sahibi yapmışlar. Bu beş kardeş ve Kaytanbıyık zorbalıklarını giderek artırmışlar. Karaşar ve çevresindeki köylerden, zenginlerden zorla para alırlar, kadınları, kızları dağa kaldırırlarmış.
Halk, bizar olmuş bunlardan. Gidip Bolu valisine şikayet etmişler. Sonunda halk, Bolu valisinin adamları ile birlikte bunları pusuya düşürerek öldürmeye karar vermiş. Kaytanbıyık'ı da bu işe ikna etmişler.

Kaytanbıyık bu beş kardeşi kandırıp Sarıalan Yaylası'na indirecek, onlara orada ziyafet verecek, yedirecek, içirecek, derken gece yarısına doğru Bolu valisinin adamlarıyla halk baskın yapıp onları öldürecek.

Kararlaştırdıkları gibi yapmışlar. Kaytanbıyık beş kardeşi kandırıp Sarıalan'a indirmiş, yedirmiş, içirmiş. Gece yarısına doğru herkes uykuya dalınca beş kardeşin silahlarını alarak baskıncıları çağırmış. Üçünü orada, ikisini de kaçarken bir köyün yakınında kıstırıp öldürmüşler. Beşinin de sonradan kellerini kesip Bolu valisine götürmüşler, bahşişlerini almışlar."

KARAŞAR ZEYBEĞİNİN TÜRKÜSÜ

Zeybek misin zeybek donu giyecek efem
Katil misin tatlı canı kıyacak
Cahil misin el sözüne uyacak efem

Koç gibi meydanlarda dönenlerdeniz
Biz ahbap uğruna ölenlerdeniz.

Döküldü mü maşrapamın kalayı efem
Bozuldu mu zeybeklerin alayı
Düşmanları öldürmenin kolayı efem

Yattım uykulardan uyanamadım
Yağlı kamalara dayanamadım.

Alıverin martinimi atayım efem
Atayım da Karaşar'ı katayım
Fırsat virin düşmanları haklayım efem

Koç gibi meydanlarda dönenlerdeniz
Biz millet uğruna ölenlerdeniz.

Zeybeklerde yaylalarda bastılar efem
Cepkenini çam dalına astılar efe
Beş kardaşı bir tahtada kestiler efem

Öldürün Hüseyin'i kıymayın Ali'ye
Kelleleri bahşiş gitti valiye

Üseyinimin de biber gibi benleri efem
Al kan oldu da cepkeninin yenleri
Şan verdi de bu diyarın efeleri efem

Öldürmen Üseyin'i kıymayın Ali'ye
Kelleri bahşiş gitti valiye

Üzengim kırıldı indim bağladım efem
Çektim martinimi kabzasından kavradım
Ben annemi nafile yere ağlattım efem.

Karaşar'da köylülerimiz arasında düğünlerde, eğlencelerde oynanan oyunları iki grupta toplanır. Bir grupta misket, hüdayda, yandım şeker gibi oyunlar yer alır. Ankara çevresinde çok yaygındır. Bu oyunlar Karaşar'da da oynanır. İkinci grupta yalnızca Karaşar'a özgü oyunlar yer alır. Bunlar; düz oyunlar ile tık tıkı, hoplama ve hakması oyunlarıdır.

Düz Oyunlar

Düz oyunlarının figürleri birbirine benzer. Ahengi farklı, ritmi yumuşaktır. Oyun, belli bir ritmde başlar ve biter.
İki kişiyle oynanır. :

Ördek İsen Göle Gel
Ördek isen göle gel
Şahin isen çöle gel
Bende gözün var ise
El ettiğim yere gel

Ördek göllerde olur
Şahin çöllerde olur
Yari çirkin olanın
Gözü ellerde olur

Ördek gölde süzülür
İnci boncuk dizilir
Geçme güzel kapımdan
Hastamız var üzülür

Kayadan indim iniş
Mendilim dolu yemiş
Yare saldım yememiş
Kendisi gelsin demiş

Kaya dibi gürgenlik
Böyle m'olur ergenlik
Pazardan basma aldım
İkimize yorganlık

Kaya dibi suyumuş
Bizim kader buyumuş
Ellere yazı yazmış
Bize gelmiş uyumuş

Tıktıkı Oyunu

Hareketli bir oyun olup, kadınlı-erkekli oynanır. İki kişi ile oynanır.

Evlerinin Önü İğde
Evlerinin önü iğde
İğdenin dalları yerde
Benim sevdiceğim gelin
Alt tavanlı yüksek evde

Uyur musun uyan Ali'm
Şaka m'eden nazlı yarim
Hep dostlarım düşman olmuş
Kendine güvenir misin yarim

Evlerinin önü yonca
Yonca büyür dal boyunca
Anası kızından konca

Uyur musun uyan Ali'm
Şaka m'eden nazlı yarim
Hep dostlarım düşman olmuş
Kendine güvenir misin yarim

Kayada duramazsın Huriye'm
Saban tutturamazın Huriye'm
Elli kocaya varsan Huriye'm
Benden ayrılamazsın Huriye'm

Evlerinin önü susam
Su bulsam mendilim yusam
Uyusam uyansam sarsam

Uyur musun uyan Alim
Şaka m'eden nazlı yarim
Hep dostlarım düşman olmuş
Kendine güvenir misin yarim

Evlerinin önü nane
Ben kül oldum yane yane
Alim deli ben divane

Uyur musun uyan Alim
Şaka m'eden nazlı yarim
Hep dostlarım düşman olmuş
Kendine güvenir misin yarim

İşlik dışlık dar geldi Huriyem
Hastalandı yar geldi Huriyem
Senin şeker yediğin Huriyem
Başım bela geldi Huriyem

Vurun Vurun Vuralım
Vurun vurun vuralım
Tahtaları kıralım
Amcaların hep usta
Yeniden yaptıralım

Tencere içinde pekmez
Bu pekmez bize yetmez
Karaşar'ın kızları
Davulsuz delin gitmez.

Hoplama Oyunu

Çok hareketli bir oyundur. Genellikle kadınlar oynamasına karşın erkeklerde oynamaktadır.

Meşeli Dağlar Meşeli
Meşeli dağlar meşeli eşim aman aman
Kül oldum aşka da düşeli aman aman
Yar ilen mazmara gideli eşim aman aman

Olmalı yar güzel olmalı aman aman
Bir güzel dengini bulmalı aman aman

Hamamın üçtür kurnası eşim aman aman
Üçünde üç kız yunası aman aman
Üç kızın biri benim olası eşim aman aman

Olmalı yar güzel olmalı aman aman
Bir güzel dengini bulmalı aman aman

Hakması Oyunu

Mevcut oyunlar içinde en hareketli olanıdır. Çoğunlukla kadınlar oynar. Oyun 4 kişiliktir.

Hakması (düğün semah ) Türküsü
Eğriova'dan Çüküren'e göçerler
Boz bulanık sularından içerler
İyiyi kötüyü burada seçerler

Günden ayaktan indirdin beni
Dünyaya gelmediğe dönderdin beni

Bir yaşımda elim erdi dişime
Üç yaşımda giderim kendi başıma

Girince de on üç on dört yaşıma
Yirmisinde dere tepe yol olur
Otuzunda boz bulanık sel olur
Kırk yaşımda çevre yanım göl olur
Ellisinde yarı yaşı yitirdim
Altmışımda yolumu yolsuza düşürdüm
Sekseninde varacağım yazıldı
Doksanında gül rengim bozuldu
Yüz yaşımda kemiklerim süzüldü

TÜRKÜLER

Bizim Yayla

Bizim yaylanın otu datlı olur
Sütü, yağı,, gaymağı datlı olur
Kız gelinden gıymetli olur
Kızlar gelir yaylamıza.

Bizim yayla ne güzeldir
Dibinde güller döşeli
Eli top top menekşeli
Kızlar varır yaylamıza.

Bizim yaylamız neşeli
Pınarları süt mayalı
Tepesinde gül dayalı
Kızlar gelir yaylamıza.

Ak Koyun

Gel koyun başına püskül takayım
Kuzunun uğruna dağlar yakayım
Kuzunun yerine kuzu yakayım
Gel koyun meleme vazgeç kuzudan.

Meleyi meleyi çıktım yurda
Yüzümü gözümü sürdüm otlara
Ana mı dayanır böyle dertlere
Gel koyun meleme vazgeç kuzudan.

MİMARİSİ

ESKİ KARAŞAR EVLERİ

Evlerin alt katının dış duvarı bir metreye yakın taşla örülmüştür. Duvarın taş kısmından sonraki bölümüne, aralıklarla dikine kalın çam direkler konulmuştur. Dikine konulan direklerin ara yerine çam direklere üçgen oluşturacak biçimde direkler konulmuştur. Birinci katın üstüne yan yana kalın direkler konulmuştur. Bu direklerin üstü yine kalın çam tahtalarıyla hava ve ışık sızdırmayacak biçimde kapatılmıştır. Birinci katta ahır, samanlık, odunluk, ara yerinde de havlu denilen bir bölüm vardır.

Evlerin ikinci kat dış duvarlarında yine birbirine paralel dik direkler konulmuştur. Direklerin arasındaki boşluk da biraz daha ince çam direklerle kapatılmıştır. Bu direklerin dışa bakan tarafı çam tahtalarıyla, soğuk ve hava geçirmeyecek biçimde kapatılmıştır. Ayrıca evlerin dış duvarları çam tahtalarıyla ve özenle süslenmiştir.

Evlerin üst katının iç bölümünde ise, gereksinime göre bir veya birkaç oda vardır. Eskiden soba olmadığından, evi ısıtmak için her odanın duvarı baca konulmuştur. Ayrıca odalarda, sedir yapılmıştır. Odaların bir köşesinde yüklük, diğer bir köşesinde dolap vardır. Dolaplar iki bölüm olup, alt bölümüne çeşitli eşya ve yiyecek, üst bölümüne de çaydanlık, fincan, bardak, ve benzeri eşyalar konulmaktadır. Üst katın bir köşesinde ambar, yüklük (mutfak) ve hela bölümü bulunuyor. Odalarla ambarın ara yerinde koridor bölümü, vardır. Evin dış tarafına balkon konulmuştur. Üst katının iç bölümleri tamamen çam tahtalarla ve özenle süslenmiştir. Odalardaki sedirlerin altına da çıra (çamın ince ince doğranmış çubukları, aydınlatmada kullanılır) depolanmış. Geçmişte kiremit olmadığından, evlerin çatısı çam tahtalarıyla kapatılmıştır. 1950'den sonra köyü kent merkezine bağlayan yollar yapıldığı için ulaşım gelişmiştir. Böylece kamyonlarla kiremit getirilerek evlerin üstü kiremitle kapatıldı. Üstü saçla kapatılmış evler de vardır. Bunlar, ortalama Karaşar evine ait anlatımlardır. Ekonomik durumu iyi olanlara ait, daha geniş, daha süslü ve gösterişli evler de bulunuyor. Halen bu özelliğini koruyan evler vardır.

İnşaat Yüksek Mühendisi İsmail Özdemir, Karaşar evlerini şöyle anlatır:

"Alt katta, girişte avlu, küçük baş ve büyük baş hayvan ahırları, yukarı kata çıkan merdiven boşluğu, bazı evlerde kiler olarak kullanılan bir oda bulunur. Giriş katında ya sadece büyük baş hayvanların girip çıkabileceği genişlikte avlu kapısı bulunur. Ya da bu avlu kapısından ayrı olarak insanların doğrudan üst kata çıktıkları ikinci daha küçük kapı da bulunabilir. Çok az evde dıştan merdivenle birinci kata çıkılmaktadır.

Üst katlar ahşap karkas yapılır. Dış duvarları, içten silinmiş, süslenmiş ahşapla dıştan düz ahşap tahtalar veya aralıklı çıtalarla kaplanır. 10 cm'lik ara boşluk ısı izolasyonu sağlamak için toprak (kil) saman karışımı harçla doldurulmuştur. Oda tavanları da rendelenmiş (silinmiş) tahta ile kaplıdır. En az bir oda tavanında ahşap oymacılığının en güzel örneğini teşkil eden çeşitli şekillerde, çeşitli renklerle boyanmış ôavan göbeği bulunur.

Üst kat, yeteri kadar oda; duvarları en az 6 cm kalınlıklı birbirine geçmeli kalaslardan yapılmış, hiçbir hayvan ve böceğin içeriye giremeyeceği şekilde inşa edilmiş abdestlik ve hela hacimlerinden ibarettir.

Odalarda en az iki tane gömme dolabı, sergen çiçeklik denilen süslemeli açık raf, yüklük denilen yatakların saklandığı büyük dolap yeri, sedirler ve ocak yeri bulunur. Avlunun üstünde çardak bulunur. Çardağa bağlı çıkmalı gömme balkon bulunur. Bazı evlerde çatı katında "Kuş Konağı" denilen küçük bir oda bulunur. Üst kat iç bölme duvarları da tamamen ahşaptır.

Eski evlerde, camın kullanımı yaygınlaşmadan önce adına "Temek" denilen 25x40 cm boyutlarında ahşap sürgülü havalandırma veya aydınlatma delikleri yapılmıştır. Sobanın yaygın olmadığı ve sadece odunla ısıtma ve çıra ile aydınlatma yapılan odada sedir veya yüklük altı çıraklık olarak kullanılırdı.

Bu evlerde çatılar tamamen ahşap kaplamaydı. 1980'li yıllarda ahşap çatı kaplamalı ev kalmamıştı. Çatılar çinko veya kiremit kaplama yapılmaktadır."

YENİ KARAŞAR EVLERİ

Karaşar ve çevre köylerde yeni yapılmış tüm evler betonarmedir. Dışı göz alıcı biçimde süslenmiş, içi gereksinime göre bölümlere ayrılmıştır. Yeni tip evler banyolu, tuvaletli, elektrikli, çatılı evlerdir. Kısacası yeni evler, kent türü modern evlerdir.

YAYLA EVLERİ

Yayla evlerimiz ahşap beşik çatının, dikdörtgen planlı taş duvarlar üzerine konulmuş şeklidir. Genişçe tek odadan ibaret bu evler içeriden ahşap veya perde ile ikiye bölünür. Küçük olan arka bölüm 'sütlük' olarak adlandırılır. Küçük çekten hayvanlardan elde edilen sütün, üretilen peynirin ve yiyecek maddelerinin saklanma yeridir. Asıl büyük olan yaşama alanıdır. Bazı evler iki katlıdır, oldukça az yükseklikli olan alt kat, yağışlı günlerde hayvanların saklanmasına ya da sütünden yararlanılan büyük baş hayvanların eve dönme zamanlarında buzağı saklanmasında kullanılır.

YAYLA VE DAĞ TURİZMİ

"Dağ turizmi giderek gelişiyor. Ülkemizde ancak birkaç yıldır önem verilmeye başlanan bir konu olduğu için bizim yaylalarımız en gözde bölgelerden biridir. Gerek yayla gerekse ormana yakınlığı ve manzarası nedeniyle Uzun Çayır ve devamı da planlanarak köy halkımızın yararlanabileceği hale getirilebilir."

9 Aralık 2007 Pazar

TURİZM

EĞRİOVA YAYLASI'NDA EKO TURİZM

"Rio'da 3-14 Haziran 1992'de gerçekleştirilen "Çevre ve Kalkınma Konferansı'nın sonunda elde edilen Gündem 21 adlı eylem planında dağlar, duyarlı eko sistemler olarak belirlenmiştir. Gündem 12'de dağlar aynı zamanda önemli bir su, enerji ve biyolojik çeşitlilik kaynağı olarak tanımlanmış; küresel ekonominin korunması açısından büyük önem taşıdıkları vurgulanmıştır.

Ülkemizde dağlık alanlar ile yaylalar arasında konumsal bir ilişki bulunmamaktadır. Çünkü yayla, Türkiye'nin her bölgesinde yazın çıkılıp oturulan serin yer, dağların üzerindeki yazlık yerleşim ya da sazlık mera olarak kullanılmaktadır. Dolayısıyla ülkemiz koşullarında, dağ ve yayla eko sistemlerinin birlikte ele alınması gerekmektedir.

Söz konusu alanların kazandığı önem, Birleşmiş Milletler tarafından 2002 yılının hem "Uluslararası Dağlar Yılı" hem de 'Uluslararası Eko Turizm Yılı' ilan edilmesi ile daha da belirginleşmiştir. Çünkü, doğaya dönük turizm için iyi bir potansiyel oluşturan yaylalar, zengin kültürel özelliklere sahip yerel toplumlarıyla da ziyaret ettikleri yörelerin özelliklere sahip yerel toplumlarıyla da ziyaret ettikleri yörelerin değerlerine saygılı ve ilgili, doğaya karşı sorumlu kitlesi için bulunmaz alanlardır.

Tübitak-Ydabag (Yer Deniz ve Atmosfer Bilimleri Araştırma Grubu) tarafından desteklenen 'Eğriova Yaylası Örneğinde Yönetim Planlaması' konulu proje bu bakımdan oldukça önemlidir. Peyzaj Mimarlığı, Botanik, Coğrafya ve Jeomorfoloji gibi meslek disiplinlerinin ortak çalışması olan bu proje, Ağustos 2000- Subat 2002 tarihleri arasında tamamlanacaktır.

Çalışma alanı olan Eğriova Yaylası, Ankara'nın Beypazarı İlçesine yaklaşık 13 km uzaklıkta yer olan Karaşar Beldesi halkınca kullanılmaktadır. Karaşar, İç Anadolu'nun Yukarı Sakarya Bölümünde yer almakta olup, denizden yüksekliği 1356 metredir. Eğriova yayla serisinde ise, bu yükseklik 2000 metreye kadar çıkabilmektedir. Yayla Ankara'ya oldukça yakın konumlanmış olmasına rağmen Ankara halkının büyük bir çoğunluğu tarafından bilinmemektedir. Eğriova Yaylası oldukça doğal bir ortamdır. Başta kardelen, çiğdem, sümbül gibi feofitler olmak üzere değişik flora örneklerini ve kara leylek, tilki, ayı, geyik gibi fauna örneklerini bünyesinde barındırmaktadır.

Eğriova Yaylasının doğallığını sürdürmesindeki en büyük etmenlerden biri, doğaya saygılı ve onunla uyum içinde yaşayan Karaşar halkıdır. Karaşar'da genç nüfus genellikle, öğrenim görmek ve iş bulmak amacıyla köyden göç etmek zorunda kalmıştır. Ancak yöre ile bağlarını koparmayan genç nüfus, hemen hemen her ay ya da iki ayda bir Karaşar'a gitmekte; yaz aylarını ise yaylada büyükleri ile birlikte çalışarak geçirmektedir.

Karaşar'da halk, hayvancılık ve ormancılıkla geçimini sağlamaktadır. Yöre halkı, yaz aylarında yaylaya göç ederek beş ay süresince yaylacılıkla uğraşmaktadır. Ancak, hayvanlardan elde edilen yumurta, süt ve süt ürünleri, ekonomik kazanç amaçlı olmayıp, daha çok Karaşar halkınca tüketilmektedir. Yılın geriye kalan yedi ayında ise, kerestelerini değerlendirerek, meyve ve sebze sandığı yapmakta; bunun yanı sıra, köye özgü çorap, heybe gibi el sanatlarıyla ek gelir elde etmektedirler. Yöredeki el sanatlarının ve hayvansal ürünlerin ziyaretçilere satılmasıyla, yörenin ekonomik durumunun iyileştirilecek olması; proje kapsamında değerlendirilecek önemli verilerdendir.

Çalışma alanı açılmadığından ve Karaşar halkı haricinde sınırlı bir kullanıcı kitlesi tarafından bilindi,iğinden; diğer yaylalarda rastlanan ve özellikle yoğun kullanım ve yapılaşmadan kaynaklanan sorunlar henüz gözlenmemektedir Eğriova Yaylası'nın turizme açılması, son derece hassas ve üzerinde önemle durulması gereken sonuçları da beraberinde getirebilir. Eğriova örneğinde Yönetim Planlaması konulu araştırmada en önemli amaçlardan biri bu sonuçları mümkün olduğunca olumlu kılmaktır. Böylesi bir projede, multidisipliner yaklaşımın yanı sıra yöre insanının desteğini almak oldukça önemlidir. Çünkü kırsal alanda gerçekleştirilen planlama çalışmalarında genellikle halkın beklentileri planlamaya aktarılmadığından uygulamada aksaklıklar söz konusu olmaktadır. Bu noktadan hareketle, halkın yörenin geleceğine ilişkin düşüncelerini almak ve planlamaya katılımını sağlamak amacıyla tartışmalı bir halk katılımı toplantısı düzenlenmesi amaçlanmış ve gerçekleşmiştir.

Tübitak-Ydabag'dan bilimsel toplantı desteği alınarak 30 Haziran-1 Temmuz 2001 tarihleri arasında çalışma alanında gerçekleştirilen "Eğriova Yaylası'nda Eko Turizm' konulu toplantı, 2002'nin 'Dünya Dağlar ve Dünya Eko
Turizm Yılı' olarak ilan edilmesi nedeni ile arazi gezisi ve halk katılımı toplantısı olması bakımından oldukça önemlidir.

Toplantının yerel halk ve yönetimlerin yanı sıra özellikle doğal alanların korunması ve sürekliliklerinin sağlanması konusunda aynı görüşü paylaşan çok değişik meslek disiplinlerini, Bakanlık temsilcilerini, gönüllü kuruluşları ve konumun uzmanlarını bir araya getirmesi ve bu durumun projeye sağlayacağı olumlu katkılar yalnızca proje elemanları tarafından değil, toplantının tüm katılımcıları tarafından da memnuniyetle dile getirilmiştir.

Kırsal planlamada oldukça önemli olmasına karşın genellikle göz ardı edilen halk katılımı toplantısının gerçekleştirilmiş olması ve bu toplantı sonucunda halkın beklentilerinin de projeye aktarılacak olması toplantının diğer önemli sonucudur. Yerel halkın desteğini almak, söz konusu projenin başarısını oldukça etkileyecektir. Çünkü kırsal alanda gerçekleştirilecek planlamalarda, sadece kısa dönemli yaklaşımı teşvik edici hatta zorlayıcı çalışmalardan çok, ikna edici yaklaşımlara sahip olmak önemlidir. Bunun yanı sıra, yaşanan sorunlara yerel halkın bakış açısıyla yaklaşmak da önemlidir. Ancak bu durumda, yerel halkın sorunların çözümünde daha istekli katkıda bulunmaları sağlanabilir. Bu nedenle çalışmaların başlangıcından itibaren alan, en az yöre insanı kadar iyi tanınmalı, en az onlar kadar değerli anlaşılmalı ve en az yöre insanı kadar sorunlarla yüz yüze gelinmelidir. Yöre insanı ve yerel otorite ile karşılıklı güvenin kurulması, ana amaçlardan biri olmalıdır. Yöre insanının tepki ve eylemlerinin etkili ve yönlendirici olduğu göz önünde tutularak, sorunlar örtbas edilmemeli, aksine sorunlara karşı karşıya gelinen çözümlere ulaşılmasının nen iyi olduğu kabul edilmelidir."

EĞRİOVA-ANKARA'NIN UZUN GÖLÜ

"Zümrüt yeşili göknar ormanını kuşanmış bir gölet, uğultuyla akan şelale, orman içerisinde uzanıp giden derin vadi ve patikalar...Kıyısındaki ahşap, taş karışımı yayla evleri ve camisiyle Trabzon'un Uzun Gölü'nü anımsatan Eğriova Göleti, Ankara'nın Beypazarı ilçesine 50 km uzaklıkta.

Üç kişi iki sarı tabelanın ayırdığı bir kavşaktaydık. Tanbelaların birinde Kıbrısçık Karagöl, diğerinde Eğriova Göleti yazıyordu. Sinan Işıldıak, "Bu mevsimde yol kapalı olur yol yakınken gel vazgeçelim, kara saplanıp kalırsak kurtaran da olmaz, sonra getiririm seni" diyordu. Gözlerimin, dağların arasında uzayan yola dikilmiş olduğunu fark etti. Beni caydıramayacağını fark etmiş olmalı. 'Hadi bismillah' deyip yavaş yavaş asfalt yoldan ayrılıp bozuk toprak yola girdik. Mayıs sonlarıydı, yemyeşil bir orman denizinde, uzanıp giden bir göletten, içinde yaşayan tatlı su kefallerinden bahsetmişti Sinan, hem de Ankara'ya 140 km mesafede. "Fakat yolu Hazirana kadar karla kaplıdır, çamur içindedir. Bu yüzden bu mevsimde pek giden olmaz" diye eklemişti. "Daha iyi ya, kimseler göle ulaşmadan bu senenin ilk ziyaretçileri biz oluruz" dedim. Karaçamların arasından geçen orman yolundan ilerleyip göknarların arasına daldığımızda yol kenarındaki jakar kütleleri de kendini göstermeye başladı. Ne de olsa Köroğlu Dağlarının arkalarında bir yerdeydik, uzaktan da olsa Bolunun havasına, ormanına bulaşmıştık. Neyse ki, bu sene fazla kar yağmamış, yol önceki yıllara oranla pek bozulmamıştı. Yolun geçtiği vadiden ufak derenin çağıltısı, ormandan yükselen reçine esanslı sabah buğusu. Uzak yoldan gelmiş ormanın küçük misafirleri, kuşların cıvıltılarıyla küçük bir göletin kıyısında ulaştık. Etrafı ahşap yayla evleriyle kaplıydı. Göletin kıyısında iki beyaz balıkçıl şaşkın şaşkın bakıyordu bize. Bu kadar erken kimseyi beklenmiyorlardı belki de. Onlar göletin üstünde daireler çizerken orman içine dağılmış evleri dolaştım. Henüz kimseler gelmemiş. Burası Çukurören yaylası ve gölü. Bizim ulaşmak istediğimiz gölete, Eğriova Göletine, Çukurören'den on kilometre sonra ulaşabildik. Tabanı sarılı eflatunlu çuha çiçekleriyle bezeli, baharın etkisiyle coşmuş orman yeşilinin ortasında uzanıp giden büyük bir göletti karşımıza çıkan. Bu kadar güzel bir yer beklemiyordum açıkçası. Etrafındaki düzlüklerde taş ve ahşaptan yapılmış birçok küçük ev ve tesisler vardı. Gölün kıyısında kahverengi taşlardan yapılmış küçük bir evin önünde angıtlar, yaban ördekleri yüzüyordu. Gölün kıyısında kahverengi taşlardan yapılmış küçük bir cami vardı. Trabzon'un yollar öncesinin o sakin, şirin Uzungölü'nü andırıyordu. Belki de etkisini en güçlü kılan, tüm ormanı yavaş yavaş kaplamaya başlayan bulutlardı. Burası, tıpkı sislerin arasında bir görünüp bir kaybolan Karadeniz yaylaları kadar güzel ve çekici bir yaylaydı. Hafiften serpiştiren yağmur damlaları eşliğinde göleti turlayıp, bendin kıyısına geldim. Baharla coşan dereler gölü taşırmış büyük bir uğultuyla yüksek bentten aşağı dökülüp derin bir vadinin kayalıkların köpürerek ilerliyordu. Vadideki patika boyunca ormana dalıp saatlerce dere kıyısında ilerledim. Vadiye inen heyelanlarla birlikte göçen ağaçlar, çürüyen dev göknar gövdeleri, ormanı kaplayan eğreltiler, yosunlar, ara sıra kulağa çalınan ürkek ayak seslerinin çıkardığı çıtırtılar insana keşfedilmemiş bir ormandaymış hissi veriyordu.

Arkadaşlarımın yanına döndüğümde iki orman bekçisiyle ateş başında sohbet ederken buldum onları. "Ormanda ayı kurt boldur; merak ettik seni, aramaya geliyorduk" dedi bekçilerden biri. Birkaç yıl önce civardaki çöp tenekelerine dadanan bir ayıdan bahsettiler. Piknik yapanların arasından geçip çöp tenekelerini devirip karıştırıyormuş. Başka ayıları da buraya ulaştırmasının, piknik yapanlara saldırmasın diye öldürmüşler. Av yasağı sıkı bir şekilde uygulandığından geyikler ve karacalar da ormanda rahatça dolaşabiliyormuş. Bir de yıllar önce bırakılan yılkı atları varmış ormanda. Her nasılsa yaşamayı başarıp güçlü bir sürü oluşturmuşlar. Vadide duyduğum sesler onlara ait olmalı diye düşündüm.

Akşam güneşin göle batışını seyredip, henüz kişi uykusundan uyanmamış, yemlerimizin tadına bile bakmayan kefallere el sallayıp ayrıldık Eğriova'dan ve akşam kızıllığına bulanmış ormanın toprak yollarına daldık. Günlüğümün köşesine not düştüm: "Bir yaz vakti mutlaka çadırla gelinip kamp yapılacak."

BEYPAZARI-KARAŞAR-EĞRİOVA ÇEVRESİNİN BİTKİ ÖRTÜSÜ

"Araştırma alanı siyasi sınırlar açısından, Ankara İli, Karaşar Beldesi, Beypazarı İlçesi sınırlarına girmektedir. Batıda Bolu İli,ne bağlı Kıbrısçık İlçesi, Kuzey ve Doğu kesimlerinde Ankara İline bağlı Çamlıdere ve Güdül İlçeleri arasında kalmaktadır. Ayrıca Türkiye Florası (Flora of Turkey and the East Aegean Island (1965-2000) kareleme sistemine göre alan A3 ve A4 karesine girmektedir.

Bu alanın bitki örtüsü, bitki coğrafyası açısından step ve orman geçiş bölgeleri olarak tanımlanmaktadır. Çalışma alanı İran-Turan Fitocoğrafik bölgesi ile Avrupa-Sibirya Fitocoğrafik bölgesi arasında geçiş oluşturmaktadır. Buna göre alan, bu fitocoğrafik bölge elemanlarının karışımından oluşan bitki örtüsüne sahiptir. İran-Turan Fitocoğrafik bölgesinde kuralçık karakterdeki otsu ve küçük ağaççıklardan oluşan türler hakimdir. Avrupa-Sibirya Fitocoğrafik bölgesini temsil eden türler ise, nemli iklime adapte olan otsu türler ile geniş yapraklı ve ibreli orman ağaçlarından oluşur.

Çalışma bölgesinin sınırları göz önüne alındığında, denizden yüksekliğinin 900-1700 metre arasında değiştiği görülmektedir.

Karaşar Beldesinin kuzey kesimindeki vadinin başlangıcından kayalık yamaçlarda küçük ağaççık grupları halinde, Rosaceae (Gülgiller) familyasına ait elemanlar bulunmaktadır. Bu elemanlar; Prumus (Erik), Cerasus (Kiraz), Crataegus (Alıç), Rosa (Kuşburnu), Pyrus (Armut)'tur. Bu grup içindeki Alıç ve Kuşburnu bireyleri yol boyunca ve step bölgelerinde değişik yoğunluklarda görülmeye devam etmektedir. Ayrıca bu kayalıklar üzerinde Brassicaceae (Hardalgiller) familyasına ait cinslerden de, arabis, Alyssum, Cardaria, Thlspi, Capsella türlerine rastlanmaktadır. Bunların yanı sıra Centranthus (Valerianaceae), Campanula (Campanulaceae), Asteraceae familyasından Senecio, Anthemis, Tanacetum, Tussilago (Öksürük otu) cinsleri, Fabaceae (Baklagiller) Vicia ve Lathyrus cinsleri, Lamiaceae (Ballıbabagiller) familyasından Baltota ve Acutellaria, Verbascum (Scrphulariaceae) türleri bulunmaktadır. Yol boyunca Apiceae (Maydonozgiller) familya üyeleri görülmektedir.

Su kenarına yakın kesimlerde salix (Salicacea-Söğütgiller) üyeleri baskın ağaç türü olarak göze çarpmaktadır. Su kenarına yakın nemli alanlarda ise şu gruplar görülmektedir. Equisetum (At kuyruğu), Adianthum (Venüs saçı), Ramunculus (Ranunculaceae, Düğünçiçekgiller), Primula (Primulaceae-Çuhaçiçeğigiller), Veranica (Scrophulariaceae), Epilobum (Onagraceae) cinsleri yer almaktadır.

Kayalık bölge ve yamaçlarda yoğun olarak, görsel güzelliğe sahip Galanthus (Kardelen) türü göze çarpmaktadır. Su kenarındaki çayırlık ve sert toprakta soğanlı bir bitki olan Muscari (Arap sümbülü) yetişmektedir.

Karaşar-Çukurören-Belenova bölgeleri çevresinde hakim ağaç türü olarak Pinus nigra subsp, pallasiana (Karaçam) yol boyunca görülmektedir.

Çukurören Yaylası çevresindeki alanda çalımsı gruplar halinde Juniperis (Ardıç) ve Berberis (Karamuk) bulunmaktadır. Çayırlık alandaki otsu elemanlar ise şunlardır: Fabceae familyasından Vicia, Lthyrus, Coronilla, Lotus, Trifoliam (Yonca-Üçgül), Medicago cinsleri, Lamiaceae familyasından Nepeta, Salvia (Adaçayı) ve Ballota cinsleri, Papaveraceae (Gelincikgiller) familyasından Chelidonium (Kırlangıçotu) ve Glaucium cinsleri bulunmaktadır. Yumrulu ve soğanlı bitkiler olarak; Liliaceae (zambakgiller) familyasından Galanthus, Muscari Gagea cinsleri ve Iridaceae (Süsengiller) familyasından Crocus (Çiğdem) cinsi ilkbahar mevsiminin başlangıcında baskın bir örtü ile dikkat çekmektedir.

Gölet çevresinde ise Poaceae (Buğdaygiller) familyası üyeleri çayır ekosistemini meydana getirir.

Çukurören mevkii ile Belenova yaylası arasındaki bölgelerde Karaçamın yanı sıra Pinus Sylvestris (Sarıçam) 1650-1700 metrelerde yayılış göstermektedir. Aynı bölgede bulunan kayalık orman açıklıklarındaki dar bir alanda ise Liliaceae familyasına ait Tulipa (Lale9, Allium (Doğal soğan) ve Merendera cinsleri yayılış göstermektedir.

Belenova Yaylası yaklaşık 1600 metre yüksekliğe sahiptir. Bu bölgede taşlık step karakterlerindeki çayırlık bölge geniş yer tutmaktadır. Bu çayırlık ile orman geçiş alanlarında çalı formunda Jeniperus ve Berberis cinsleri görülür. Çayırı oluşturan elemanlar şunlardır: Poaceae üyelerinden Lolium, Hordeum (Arpa), Poa (Çim), Festuca (Çim), Bromus, Alopeccurus, Stipa cinsleri ve Scrophulariaceae familyasından Pedicularis göze çarpmaktadır.

Belenova Yaylası ile Eğriova Yaylası arasında kalan bölgelerde 1700 metreden itibaren Pinus sylvestris (Sarıçam) ve Abies nordmaniana ssubp. Bornmüelleriana (Uludağ Göknarı) bireyleri karışık orman oluştururlar. Yol boyunca bulunan orman kenarında Astragalus (Fabaceae-Geven) ve soğanlı bitki Ornithogaahum (Lilliaceae-Tükrükotu) bulunmaktadır.

Eğriova Yaylası ve çevresi step karakterindendir. Burada yükseklik 1500 metreye inmektedir. Karakteristik step türlerinin yanı sıra gölet içerisinde sucul bitki olarak şu cinsler görülür. Leemne (Lemnaceae-Su Mercimeği), Polygonum (Polygonaccac-Su Sümbülü).

Su kenarında kökleri su içinde olan cinsler; Cyperaceae familyasından bataklık-sazlık üyelerinden olan Cyperus ve Carex (Ayak otu), Juncaccac familyasından Juncus (Kofa bitkisi), Ranunculus (Su düğünçiçeği) dir.

Gölet çevresinde tabanda ise nemli alanları tercih cinsler yer almaktadır. Bunlar: Scrophularia (Sccrophulariceae), Ornithogalum Myosotis (Boraginaccac-Unutmabeni), Trifolium (Yonca-Üçgül), Veronica (Venüs Çiçeği), Potentilla (Rosaceae-Beşparmak otu) dur.

Eğriova-Çatal Ören arasında ve çevresinde taban suyu yüksek çayırlıklarda ilkbahar mevsiminde Ranuncculus (Düğün Çiçeği) üyeleri baskın sarı renkli örtü oluşturmasıyla dikkat çekmektedir. Ayrıca bu bölge hayvan otlağı olarak da kullanılmaktadır.

Çatal Ören bölgesinde Pinus nigra subsp. Pallusiana (Karaçam) yoğun orman örtüsü oluşturmaktadır. Orman örtüsü altındaki nemli yerlerde Urticaccac familyasından Urtica (Isırgan otu), Fragaria (Rosaccac) Çatal Ören ile alanın kuzeydoğusunda yer alan Meler Boğazı yayla yerleşim bölgesi arasındaki çayırlık ve step vejetasyonu içerisinde şu cinsler belirgin olarak bulunur: Lamium (Lamiaccac-Ballıbabagiller), Euphorbia (Euphorbiaceae-Sütleğen), Trifolium, Sanguisorba (Rosaceae-Çayır düğmesi), Scrophularia (Scrophulariaccac), Ranunculus, Poaccac üyelerinden ise Feztuca, Poa, Dactylis, Koeleria'dır.

Bitki zenginliği oluşturan türler, yayılış alanları açısından insan tahribatına duyarlıdır. Yayla kesimlerindeki yapılaşmanın artmasıyla türlerin devamlılığı tehdit altına girebilir. Özellikle geofit (yumurta soğanlı, çok yıllık bitkiler) grubuna giren türler, bu faktörlerden daha fazla etkilenebilir. Çünkü geofitler yumru ve soğan ve vejetatif kısımlarıyla daha kolay üreyebildiklerinden, bu kısımlarının ortadan kalkması çoğalmalarını engeller. Görsel açıdan güzellik oluşturan geofitlerin korunması alan açısından önemlidir."

KARAŞARIN COĞRAFİ KONUMU

Karaşar, İç Anadolu Bölgesi'nin Yukarı Sakarya Bölümünde, Ankara İli Beypazarı'nın İlçesine bağlı bir bucak merkezidir. 3434 nüfuslu 10 köyü olan bu bucak Beypazarı'nın köyünde 21 km uzaklıktadır. Denizden yüksekliği 1300 m olup, yöre kara ikliminin bütün özelliklerini göstermektedir.

Karaşar, Bolu köyleri ile sınır komşusudur. Komşu ilçelerinde güney doğuda Güdül vardır. Buraya bağlanan işlek bir yolu olmadığı için bucak halkı ile ilgisi yoktur. Kuzeydoğusunda Gerede ve Kızılcahamam ilçesi vardır. Bucak halkının bu ilçelerle de pek ilgisi yoktur.

Karaşar, üç büyük tepenin arasına kurulmuştur. Erenler Tepesi, Göynük Tepesi ve Kaş Tepesi, Bucak sınırlarının bir kısmı Türkiye'nin en ünlü ormanlarından olan Bolu ormanlarına eklidir.
Karaşar akarsu bakımından zengindir. Bucağın 1 km altından Değirmenderesi Çayı geçer. Bu çay Sakarya ırmağının bir kolu olan Kirmir suyuna karışır.
Arazi engebelidir. Toprakları taşlı olduğu için tarıma elverişli değildir.
Beldede önemli bir maden yoktur.

Karaşar, Beypazarı İlçesi'nin kuzey batısında yer alır. Beypazarı'na uzaklığı 30 km dir. Denizden yüksekliği ise 1200-1300 metredir.

Bölgenin en yüksek yeri Karaşar çevresinde bulunan tepelerdir. Burada yükseklik yaklaşık 2000 metreyi bulur.

Karaşar kuzeyde Kıbrısçık, Kızılcahamam ilçeleri, doğuda Uruş beldesi ile komşudur.

Karaşar, İç Anadolu Bölgesinin Yukarı Sakarya Bölümü sınırları içinde yer alır. Batı Karadeniz Bölümü'ne çok yakındır. Yöre fiziksel ve beşeri özelliklerini bu bölgeden alır.
Karaşar'ın turistik bakımdan görülecek yerleri vardır. Bunlardan birisi Karagöl mevkiindeki, sık ağaçlar arasında büyükçe bir göldür. Anlatılanlara göre gölün bulunduğu yerde bir köy varmış. Bir gün bu köye bir dilenci gelmiş, köyden hiç kimse dilenciye kapısını açıp bir şey vermemiş. Dilencinin bedduasıyla köy batıp kaybolmuş. Sık ormanlar arasında bulunan yaylalarda görülmeye değer yerler vardır. Çüküren ve Dikenli yaylalarda Bizanslılara ve Etiler'e ait tarihi eserler vardır.

TOPRAK ÖZELLİKLERİ

Yörede kahverengi topraklar geniş bir alanı kaplar. Kuzeyde, kireçsiz kahverengi orman toprakları, geenellikle yaprağını döken orman örtüsü altında oluşur. Beypazarı İlçesinin kuzeybatısında görülür. Kahverengi orman toprakları, kireç etkisinde kalmış toprak grubundandır.

Genellikle dağlık ve tepelik olan eğimli arazilerde geniş yapraklı orman örtüsü altında, kireçli ana materyal üzerinde gelişmekte olan genç topraklardır.
Kireçsiz-Kahverengi orman toprakları, yarı nemli ve yarı kurak iklim kuşağında, orman ve fundalıklardan mera vejetasyonuna geçilen vadi yamaçları ve dalgalı arazilerde genellikle kireçsiz asit karakterli ana materyal üzerinde oluşmuşlardır.

Geniş bir alan kaplayan kahverengi topraklar ise jips, marn ve kil üzerinde oluşmuşlardır. Doğal vejetasyon ot, çalı ve dikenlerdir. Kahverengi topraklarda bütün profil kireçlidir.
Alüvyol topraklar, akarsular tarafından taşınıp depolanan materyaller üzerinde (A) C profili genç topraklardır. Mineral bileşimleri, akarsu havzalarının litolojik bileşimi ile jeolojik periyodlarda yer alan toprak gelişimi sırasındaki erozyon ve birikme devrelerine bağlı olup, heterojendir.

Üzerlerindeki bitki örtüsü iklime bağlıdır. Bulundukları iklime uyabilen her türlü kültür bitkisinin yetiştirilmesine elverişli üretken topraklardır.

İKLİM

Karaşar'da kışları kar yağışlı ve soğuk, yazları ise sıcak ve kurak geçer. Kışın çok şiddetli olduğu zamanlarda yolların kapandığı görülür.

BİTKİ ÖRTÜSÜ

Karaşar yöresi genellikle ormanla kaplıdır. Ancak bu orman formasyonu büyük ölçüde tahrip edilmiştir. Step formasyonu olarak kekik, yavşan otu ve dikenler görülür.

Orman formasyonu içinde karaçam ve sarıçam önemli yer tutar. Ancak çok yoğun tahribe uğramış orman formasyonu bozuk çam, bozuk baltalık şeklindedir.

Orman içinde bulunan öteki bitki toplulukları ise Alıç, Çayır Otları, Ahlat, Orman Çiçeği ve meşe çalılarıdır.

Vadi tabanlarında ise söğüt, kavak, iğde ve böğürtlen ağaçlarına rastlanır.

KARAŞAR TARİHİ

Karaşar bölgesinde şimdiye dek arkeolojik-tarihi çalışmalar yapılmadığı için yerleşmenin tarihi açıklık kazanmadı. Ama elimize geçen verilere bakılırsa, en eski yerleşmenin Hititlere ait olduğu görülür. Hititlerden sonra, MÖ 12.yüzyıl sonlarına doğru Frigler, daha sonra Lidyalılar ortaya çıkar. Bu tarihlerden sonra da Bizanslıların ve sonra Oğuz boyları ve Selçukluların izlerine rastlanır. Selçukluların yönetimi altındaki bölge, 1240 yılında Moğolların yönetimine girer. Moğolların, Anadolu'yu istilası sırasında halkın bir kısmı göç eti. Bolu ve sonra Oğuz boyları burada tekrar etkili oldu. Günümüzde, Bolu ve Beypazarı çevresinde halen Oğuz boylarının adlarını taşıyan yerleşme yerleri vardır.

KARAŞAR ADININ KAYNAĞI

Karaşar'ın ismini, erkeklerin başlarında siyah puşu, bellerinde Karaşal, bacaklarında siyah şalvar kullanmasından; kadınların ise başlarında fes ve çember (abani), sırtlarında üç etekli entari ve bunu tamamlayan feymana, bellerinde acem veya tarabulu denilen şal kuşağı kullanmasından aldığı, bu nedenle çevrede yöre insanının Karaşallılar lakabıyla anıldıkları, bu deyişin zamanla Karaşar'a dönüştüğü söylenmektedir. Genellikle halkı sevecen, yardımsever, zeki ve son derece çalışkan insanlardır.

13.yüzyılda Moğol İmparatoru Cengiz Han'ın İran'ın kuzeydoğusunda bulunan Horasan bölgesini ele geçirmesiyle burada yaşayan Türkmen boylarının bir bölümü Konya yakınlarına göç etmişlerdir. Karaşar'ın ilk sakinleri de Horasan'dan Konya dolaylarına gelen boylardandır. Konya dolaylarında yörük olarak yaşarlarken boy içindeki bazı kargaşalıktan dolayı yedi aile içlerinden ayrılarak kuzeye doğru gitmişlerdir. Bu olay Osmanlı Devleti'nin yeni kurulduğu dönemlere rastlar. Bu yedi aile Beypazarı'nın doğusunda bulunan Yoğunpelit isimli bir köyün bulunduğu yerde bir kaynak başına (Şimşit Dere Kaynağı) ilk olarak yerleşmişlerdir.

Buraya gelen sakinler sonradan bilhassa gözden uzak olmak ve sürülerine elverişli bir yer bulmak için etrafı dağlar, tepeler ve büyük ormanlarla çevrili 1300 metre yükseklikteki bu tepelerden birinin eteğine kesin olarak bilinmemekle 1420 yılında yerleşmişlerdir.

Gelen bu yedi aileden Nadarlar doğu, Kaşlar kuzey, Kepiçler batı, Yağaplar güney yörelere yerleşmişlerdir. Aşiretin diğer aileleri olan Söğütoğulları, Ortaoğulları ve Simitoğulları da yakın yörelere dağılmışlardır.

Karaşar'ın tarihi Türklerin anayurdu Orta Asya'ya kadar dayanır. Adını aynı adla anılan ve kökü Uygurların (Dokuz Oğuz-On Uygur) ilk yerleşim yeri olan Doğu Türkistan (Bugünkü Çin sınırları içinde bulunan Tanrı dağları-Beşbalık-Turfan-Karabalgasun bölgeleri) deki yerleşik bir Oğuz (Türkmen) boyundan almıştır. Nitekim Doğu Türkistan'da Karaşar ve Köseler adlı yerleşim yerleri vardır. Meydan Larouse'de Karaşar'ın, Türkistan'da Göktürkler ve Uygurlar zamanında iktisadi bakımdan hayli gelişmiş bir şehir olduğunu yazmaktadır. Ayrıca Prof. Dr. Lazslo Rosanyi'nın "Tarihte Türklük" adlı kitabında Kara Şahr olarak ismi zikredilmektedir.

Karaşarlı aşiretlerin Orta Asya'dan batıya gelirken kıyafetleri sade olup daima siyaha kaçardı. Başlarında kara fes, bellerinde kara şal ve bacaklarında kara şallardan ötürü 'Karaşallılar geliyor' derlerdi. Aşiretin isminin zamanla Karaşar'lı ismine döndüğü rivayet edilmektedir.

"...745'den itibaren, Büyük Türk Hakanlığı'nı temsil etmeye başlayan Dokuz Oğuz-On Uygurların hakimiyeti başlar. Yerleşik hayatın iyice genişlediği, kültür ve medeniyet itibariyle pek zengin olan bu dönemde, siyasi açıdan da parlak zamanlar yaşanır. 762 yılında Böğü Kağan Çin İmparatorluğu'nun başkentini zapteder. Mani dinini kabul eden bu Kağan, biraz da bu bahane ile Çin'e sürekli müdahalelerde bulunur. Ancak, bu din halk içinde itibar görmez.
Dokuzuncu asrın başlarından itibaren Yenisey bölgesinde güçlü bir valık haline gelen Kırgızların Uygurların üzerindeki baskıları artmaya başlar. 840 yılında Uygur topraklarına girip başkenti zapteder ve hakanı öldürürler. Uygurların bir kısmı güney batıya doğru göçerler. Doğu Türkistan'a göçenler burada ayrı bir devlet kurar ve Çin ile iyi münasebetler içinde yaşayarak ticareti geliştirmeye çalışırlar."

940'da Büyük Türk Hakanlığı'nın Müslüman Türk Devleti olan Karahanlılara geçmesinden sonra da Uygurlar sönük bir krallık halinde 1260 yılına kadar devam ederler.
Onuncu asrın ortalarına doğru gelindiğinde, Büyük Türk Hakanlığını, yine Açinaoğullarından olan Kara-Hanlılar temsil etmeye başlar. Asıl unsurunu Karluk boyunun temsil ettiği bu hakimiyet dönemi, hemen hemen bütün Türk dünyasının müslümanlaştığı devreyi ifade eder. Büyük Hakanlık 1040 yılında Selçuklulara geçtiğinde, Türklerin müslümanlaşması, esas itibariyle tamamlanmış bulunuyordu."

Meydan Larousse Ansiklopedisi'nin 6.cildinin 949. sayfasında Türkistan'da Karaşar adını taşıyan bir kent olduğu yazılıdır.

Edebiyatçı Seyit Karaalioğlu, "Göktürklerden sonra Orta asya'da Türk kültürünü yükselten, Türk uygarlığını geliştiren, Türk üstünlüğünü yayan Uygun Türkleridir. Başşehirleri ise, Turfan, Hoco, Kumul, Küçe ve Karaşar olduğunu" yazar.

Meydan Larousse Ansiklopedisi'nin "Uygurlar" maddesinde şu bilgiler yer almıştır.
"Kutluğ Bilgi Kül Kağan, Uygur Devletini kurduktan kısa bir süre sonra öldü. Yerine oğlu Bayan Çur geçti. Babasının devrinde Yabguluk yapmış olan Bayan Çur Kağan, Batı sınırında bulunan Türkeş Devletini yenerek ülkesini Seyhun Irmağına kadar genişletti. Sonra da Doğu Türkistan'daki ticaret şehirlerini ele geçirmiş olan Tibetlileri, Doğu Türkistan'dan çıkardı. Böylece ticaret hayatına atılan Doğu Türkistan'dan çıkardı. Böylece ticaret hayatına atılan Uygurlar, Tugan Beşbalığ, Kuça ve Karaşar gibi şehirlere yerleşmeye başladılar. (...) 840'da büyük bir Kırgız ordusu Uygur başkenti Ordu Balığ'ı ele geçirdi. Halkın çoğunu kılıçtan geçirdi. Bu olaydan sonra Uygurlar çeşitli ülkelere göç ettiler. Kırgızlardan kurtulan 15 Uygur boyu, batıda Karluklara sığındı. Bazı Uygur boyları Doğu Türkistan'daki Turfan, Karaşar şehirlerine yerleştiler. (...) Uygurlar; en medeni Türk kavimlerinden biriydi. Doğu Türkistan'daki Kara Balgasun, Beş Balığ, Karaşar, Hoço, Turfan, Kargar, Kargan gibi birçok şehri geliştirerek yerleşik hayata geçtiler. (...) Uygurlar arasında Mani ve Buddha (Budizm) dinleri yayıldı..."

Tarihçi Kemal Su, Uygurlar ve Uygur Medeniyeti adlı eserinde şu bilgilere yer verir:
"Şarkı-tiyan-Şan Uygurların Pay-ı tahtı 'Hoco' şehri idi... Uygur Hanları yazın Beşbalıg şehrinde otururlardı... Beşbalıg beş şehir demektir. Bu şehir Hoço, Beşbalıg, Sülmü, Canbalıg, Yenibalıg'dır. Bunlardan 'Karahoço' şehrinin harabelerinde birçok kıymetli araştırmalar yapılan şehirde... Karahoço (Karaşar/H.N.Ş) tarafında oturanlar 'Kara Uygur', Sütjav tarafında yaşayanlar 'Sarı Uygur' adlarını taşıyorlardı. Kara Uygurlar kendi dillerini unutmuşlar; Moğolca konuşmaktadırlar. Sarı Uygurlar ise dillerini ve eski medeniyet eserlerini muhafaza etmişlerdir. Gerek Sarı, gerek Kara Uygurlar Budist mezhebine sahiptirler... 981'de Karahoço şehrini ziyaret etmiş olan Vanyandi aristokratların at, koyun, ördek, kaz eti yediklerini kaybediyor..."

Prof. Dr. Bahaddin Ögel'in İslamiyetten Önce Türk Kültür Tarihi adlı yapıtında Uygurlarla ilgili şu açıklamayı yapar:

"Uygurların Güneyde temas ettikleri başlıca kültürler, Çin ve Doğu Türkistan kültürleri idi. Uygurların Çin'le olan temasları daha ziyade siyasi bir gaye gütmekte idi. Ellerinde de Maniheizm gibi kuvvetli bir din ve kültür silahı vardı. Mani dinini kabul eden ve hatta rahiplik mevkilerini de ellrinde tutan Uygurlar, yavaş yavaş Çin'in uzak bölgelerine kadar yayılıyorlar ve Mani mabetleri kurmaya, bu münasebetle de Mani dinini yaymaya çalışıyorlardı. Uygur Kağanı da bu din adamlarının faaliyetlerini siyasi nüfuz ve kuvveti ile destekliyordu.
Kuça ve Turfan gibi Doğu Türkistan'ın kültür merkezlerine karşı ise; Uygurların siyaseti tamamen ayrı bir maahiyet taşıyordu. Denebilir ki, Uygur devletinin Güney sınırı, bu şehirler ile yan yana idi. Kültür münasebetlerinin de Uygur devletinin teşekkül devirlerinden itibaren başlamış olması çok muhtemeldi. Uygurlar, bu şehirleri kendi himayeleri altına almışlardır. Zaman zaman Tibetlilerin bu şehirlere karşı hücumları da, çok kanlı olarak Uygur Kağanı tarafından püskürtülmekte idi. (...) Tugan Ovası, esas itibari ile Bogdo-Ola dağlarının Bulayık yamaçlarına yakın bir yerde bulunuyordu. Bu dağlar Tanrı silsilesinin doğu ucuydu. Ovanın ortasını, doğu-batı istikametinde küçük ve aşınmış tepecikler kesmekte idi. Uygurlara ait eserler bilhassa bu bölgede bulunmakta; burası ilmi kitaplarda Kızıl adı ile adlandırılmakta idi. Bu tepecik silsilelerinin Karahoço (Karaşar/H.N.Ş.) denen kısımlarının eteğinde iki şehir harabesi görülüyordu. Bunlardan ovanın içinde olanı, Karahoço şehri; tepeciklere yakın olanı ise meşhur Hoço şehri idi. Hoço, bir Uygur şehridir."
Yazılı kaynaklara bakılırsa Karaşar, Uygur Tüklerindendir.

KARAŞAR ADININ KÖK AÇILIMI

Karaşar adının gerçek anlamını çözebilmek için öncelikle Akkoyunlu Türk İmparatorluğunun yaradılış destanını çok iyi analiz etmek gerekir. Bu efsane, gerçek Türk soyunun etimolojik tahlillerini yapmak için temel bilgileri içermektedir.
"Şeytana esir düşen adem oğullarının, şeytana esaretten kurtarılması için; Cenab-ı Allah'ın (cc) yedi çor'unun kara yoluk'larının kutsal atalar mağarasındaki KÜL katmanına düşmesi ve ol emri üzerine tour-or'maları ile başlayan yedi kutsal atadan türeyen uygar insanlık tarihidir.

AÇIKLAMA

Çor : Hakim dildeki sentaks değişiminden ŞOR ve Şar şekline dönüşmüştür
Kara : İlahi (Örnek: alnıma yazılmış bu kara (ilahi) yazı
Yoluk : Gölge (eski kök dilimizde yola düşen gölge)
Kül : Saf kil (yaradılış hamuru)
Tour-ol : Tuğrul (doğrulup ayakta duran) ve doğrulan
Yukarıda açıklandığı gibi, Karaşar adının temel dil bilimine göre ilahi gölge'den gelen hakim kavim olduğu ortaya çıkar. Karaşar adına Orta Asya'nın en eski kentlerinden biri olan Karaçor kentinden Anadolu'ya göçen "Konfedere Türkmen Boylar Birliğinin" mensupları olduğu apaçık ortadadır. Bu konfedere aşiretler birliğinin ilk öncüleri olan Touralı (Turalı-Turali) Ak Sungur Han'ın komutasında Musul'a gelen Karahanlı Türkmenlerinin soyları olan ve birleşik haçlı ordularını geldikleri yerlere süren bu millet 1030 yılından 1502 yılına kadar devlet olma geleneklerini sürdürmüşlerdir. Akkoyunlu İmparatoru (Uzun Hasan'dan sonra dağılma sürecine giren konfedere boylar, 1690 lı yıllardan itibaren o zamanki adı İç-İl olan bugünkü Yozgat-Kırıkkale- Ankara-Çankırı-Sivas-Çorum-Kayseri bölgelerine göçmüş ve yeni yurtlarında günümüze kadar yaşamlarını sürdürmüşlerdir.
Karaşar adı Cevdet Türkkay'ın Osmanlı Aşiret ve Cemaatleri kitabında 'Yörükan' taifesindendir diye kayıtlıdır. Buradan da Türkmen ve Yörük adının verilişinden yola çıkılarak;
Türkmen : Akkoyunlu İmparatorluk sınırları içinde yaşayan.
Yörük : Aynı dönemde Osmanlı Devleti içinde yaşayan.
Karaşar boyunun 1500'lü yıllarda Osmanlı topraklarında yaşamlarını sürdürdüğü sonucu çıkmaktadır. Çünkü Yörük ve Türkmen aynı genetik soydan olmasına rağmen, tabii oldukları devlete göre isimlendirilmiştir.
Orta Asya'da Karaşar adını taşıyan bir kent var.

KARAŞAR KENTİ VE BEYLİĞİ

Kentin Adı: En eski Çin kaynaklarında Yen-Ch'i (Yenki) şeklinde yazılmaktadır. Göktürk çağında bu kenti görmüş olan ünlü Hsüan Tsang ise, kentin adını ufak bir değişiklik ile, Akini (A-ch'i-ni) şeklinde yazmıştır. Eski Buda kitapları Orta Asya kentlerinden söz açarlarken, I-ni adlı bir kentten de söz etmişlerdir. Bundan dolayı Karaşar'ın eski adını Buda dini ile igili bir köke bağlamak isteyenler çok olmuştur. Çünkü Buda dininin Orta Asya'da yayılışı çok eski çağlarda olmuştu. Ayrıca Orta Asya'da bulunmuş eski Sanskrit belgelerinde, Agni ve Kuci adlarını taşıyan iki komşu kentten de söz ediliyordu. Bunların da Karaşar, (yani Akini) ile Kuça kentlerinden başka bir yer olmadıkları kuşkusuz idi. Agni sözü, Sanskrit dilinde "ateş" anlayışına geliyordu. Ateş ile Karaşar kenti arasında bir ilişki kurabilmek için geniş olarak, kentin yakınlarında bir yanardağ aranmıştır. Kuça kuzeyinde kükürt madenlerinin bulunduğundan haberimiz vardır. Chin sülalesinin İmparatoru Wu ile aynı çağda yaşamış olan (M.S. 265-290) Chang Hua adlı Çinli bir tabiat bilgininin yazdığı raporda, Yulduz vadisi ile Akdağ yakınlarındaki Chieh-mi kentinde büyük kükürt madenleri bulunduğundan söz açılmaktadır. Buna rağmen Karaşar kentine adını verebilecek bir yanardağın varlığını görmüyoruz. Bazıları da Karaşar'ın eski adının Arşi olduğu görüşündedirler. Karaşar sözü ise, Kara-Şehir deyiminden gelmektedir.

"Şehirdeki Hayat ve Yaşayış: "...Karaşar, (yani Yenki) devletinin beyi, Güney ırmağı (Nan-ho)adlı yerde oturur. Burası, (Turfan'ın güneyinde bulunan Lukçun'daki Çin komutanlığından) 800 mil uzaklıktadır. Doğudaki Çin başkentinden olan uzaklığı ise, 8200 mildir. Bu beylikte 15.000 aile ve 52.000 kişi yaşar. Seçme askerlerinin sayısı ise, 20.000 kadardır.

"Karaşar beyliğinin dört tarafı dağlar ile çevrilidir. Bu dağlar, Kuça beyliğindeki sıradağlar ile birleşirler. (Karaşar'a) giden yollar, türlü engeller ile doludur. Burasının, savunması da kolaydır. Dört daağın oluşturduğu girintiler arasında, bir de göl vardır. Bu gölün kıyılarında kurulmuş olan kent, 30 milden fazla genişlikteki bir alana yayılmıştır..."

Bu büyük Karaşar gölünden daha eski kaynaklar da söz açarlar ve "bu gölde çok balık bulunur" derler. M.S. III. yüzyıla ait Çin tarihleri ise, Karaşar kenti ile halkının yaşayışlarını şöyle anlatırlar: ".......Karaşar, (yani Yenki) Beyliği, Çin başkenti Loyang'ın 8200 mil batısına düşer. Onların arazisi, güneyde Kurla, (yani Wei-li'ye) kadar uzanır. Kuzey yönlerinden ise, Wusun'lar ile sınırdaştırlar. Beyliğin bir kenarı, 400 mil kadar genişliktedir. Kentin ddört yanı, yüksek dağlar ile çevrilmiştir. (Beyliğin) yollarından geçmek çok zordur. Yollar, çok sıkışık ve dardırlar. Orasını yüz kişi bile savunmuş olsa, bin askerin geçmesini önleyebilirdi.

"Onların geleneklerine göre, erkekler saçlarını keserlerdi. Kadınlar ise, yelek giyinirler ve uzun pantolonlar kullanırlardı. Onların evlenme gelenekleri ise, tıpkı Çin'dekiler gibidir.
"Beylerinin, birkaç düzine insandan oluşan bir muhafız birliği vardır. Bu birliğe bağlı askerler çok gururludurlar ve taşkınlık yaparlar. Onlar, diğer kişilerin topluluktaki rütbe ve dereceleri ne olursa olsun, hiç kimseye karşı saygı göstermezler..."

"Karaşar Beyliğinin "başkenti" de vardı. Bu başkentten en eski kaynaklarımızda söz açılmaktadır. Fakat ondan sonra Toba Devletinin resmi tarihinde yeniden bu başkentten söz açılmaktadır: "... Karaşar Devleti, Kuça'nın güneyine düşer. Onların başkenti Yüan-ch'ü (kentidir). (Bu kent, Göktürklerin başkenti) Ak-dağ'ın yetmiş mil güneyindedir... (Başkentin?) güneyinde on milden fazla genişliği olan büyük bir göl vardır. Bu gölde bol miktarda balık, tuz ve saz bulunur..." En eski kaynağımız olan "İlk Han Sülalesi Tarihi"nde aynı konu ile ilgili olarak şöyle deniyordu: ".... Karaşar (Yneki) devletinin kralının oturma yeri, Yüan-ch'ü kentidir. (Çin başkenti) Çangan'dan uzaklığı 7300 mildir...Kuzeyden, Wussun'lar ile sınırdaştırlar. Onların memleketinde büyük bir göl vardır. (Bu gölde) balık pek çoktur."

"Bu iki bilgiyi kararlaştırdığımız zaman, Toba'ların devlet tarihinin eski kaynaklardan epeyce bir aktarma yaptığını görürüz. Bunun yanında eski bilgiler ile yenileri ustaca birbirlerine benzeştiremedikleri de gözden kaçmamaktadır. Göktürk çağındaki kaynaklar ise, Karaşar beyliği hakkında şöyle diyorlardı:

"... Karaşar beyliği, (yani Akini), doğudan batıya 600 mil uzunlukta ve kuzeyden güneye ise 400 mil genişliktedir. Büyük bir başkentleri vardır. Kentin çevresi altı veya yedi mil kadar bir genişliktedir. Başkentleri, dört tarafından dağların eteklerine dayanmıştır. Yolları, uçurumlar, ile dolu ve tehlikelidir. Bundan dolayı (kentin) savunması kolaydır. Etrafı dereler ve ırmaklar ile çevrilmiştir. Bu nedenle bu sular, ziraat için düzen altına alınmıştır... Bir (budist rahip) buraları gezmiş ve 200 mil kadar güney batıya doğru yönelmişti. Büyük olmayan bir dağı geçmiş ve bundan sonra da, (belki de Kaydu ve Gonçok suları olan), iki büyük ırmağı geçmişti. Irmakların bulunduğu düz bir yere erişmiş ve buradan da Kuça'ya gitmişti. Bunun için de 700 mil yol yürümek zorunda kalmıştı..."
Yukarıdaki belgeleri, karşılaştırmak için Göktürk çağı kaynaklarından bir çevirmeyi daha sunmayı faydalı görüyoruz.:

"... Karaşar beyliği, kuş uçuşu ile Çin başkentinin 7000 milden daha fazla uzaklıktadır ve batıısındadır. Beylik, doğudan batıya 600 mil uzunlukta ve kuzeyden güneye ise 400 mil genişliktedir. Doğusunda Turfan ve batısında Kuça Beylikleri bulunur. Güneylerinde Wei-li Beyliği ve kuzeylerinde de Wusun'lar vardır.

"Kanallar, (beyliğin içinde) dönüp dolaşarak tarlaları sularlar. Toprakları, darı ve bağ ekimine çok uygundur. Onlar için çok yararlı olan balık ve tuz ticareti yapılır. Onlar, kendi öz geleneklerine göre saçlarını keserler ve yün elbiseler giyinirlerdi. Burada 4000 aile yaşar ve 2000 kadar da seçme askerleri vardır. Karaşar Beyliği, her çağda sürekli olarak Göktürklere bağlı kalmıştı."

"Karaşar halkı, zevk ve eğlenceye çok düşkün idi. Geleneklerine göre, eğlenmeye büyük değer verirlerdi. İkimci ve üçüncü aylarda, (yani şubat ve mart aylarında), kırlara çıkarak kurbanlar verirlerdi. Dördüncü ayda, (yani nisan ayı) ile ayın on beşinci günlerinde ise, ağaçlıklar arasında gezinirlerdi. Eylül ayının yedinci günü de kendi atalarına kurban sıunarlardı. Şubat ayının on beşinci gününde onların beyleri kentten çıkıp gezmeye başlardı. Bu (kontrol) gezintisi, yıl sonuna kadar devam ederdi...".